10 Temmuz 2013 Çarşamba



Ey vicdan, ey yürek biz seni nerde ne zaman kaybettik ? Ne zaman insan canı bu kadar önemsiz, hayat bu kadar sonsuz ve maddi gözüktü bize ?
Niye arınamadık hırslarımızdan, birbirimizi ötekileştirmekten niye vaz geçemedik ?
Merhamaet sözcüğünü nerede düşürdük cebimizden ?
Sorularımla yaşıyorum bu akşam ..Ben ki hayatın o küçük anı için kendini paralayan ben, yüreğim incinmiş, küsmüş insanıma..
Canın taa kendisi değil mi en değerli olan..
Dün günlerden Ethem, bu gün Ali, yarın ?

2 Temmuz 2013 Salı

"life is what happens to you while you are making other plans"

Bu yazı kovulma sebedir, lakin ofisimizin beyleri italya'ya gittiginden beri sessizlik cumhuriyetinde arada hanımlarla yapılan ıkı cıft lafın etkısı benı cok uzaklara goturup is saatleri arasında yazı yazmaya itekler oldu.
Birden universite 2.sınıfdan beri gitmek istedigim italya ve master programı icin kendimi nasıl paraladıgım, hayatı nasıl erteledigim aklıma geldi.
sanırım para biriktirmeye bu kadar tepkili olmam bundan, hos
o biriktirilen para ile araba alınması suzme salaklık ve o arabanın sadece 1 ay sonra pert olması ise hayatın taa kendisi.
Universite yıllarım geri gelmiyor, yasanan hic bir sey geri gelmiyor..
Umudunu tam kaybettigin anda ise kendimi italya'da bulmak; geriye degil yasadıgın ana odaklanman gerektigini yuzune vuruyor.
Iste azıcık deliysem o yuzdendir, ruh halim cabuk degisiyorsa o yuzdendir.

27 Haziran 2013 Perşembe

Biz kadınlar ya da bizi sözde kadın yapanlar

Dayanamadım yine yazıyorum

Plaza insanı olduğumdan beri ha bugün ha yarın derken masada oturup büyüyen popoya karsı geleneksel plaza direnişi #direnpopo diyip spora başladım.
Lakin nasıl insan bütün gün çalışmak adına plazaya kapanıyorsa aslında bu tip merkezlerde de spora gitmek de öyle bir şey.
Gönül ister ki istanbul bisiklete binilebilen bir şehir, rahat yürünebilen bir şehir ola, plaza spor hayatına mecbur olmasak..

Sporda ise en çok dikkatimi çeken ne son teknoloji aletler ne de baklava yapacağım diye uğrasan adamlar , gerçi itiraf etmem gerek kas yapmaya çalışan adamın surat halleri tebessüme sebebiyet veriyor kimi zaman.

Beni bir parça rahatsız eden, bır parça da düşündüren etrafta hostes modunda gezen çalışan kadınların giyimleri ve evet ayakkabıları. O ayakkabıların o spor merkezinde oluşturduğu tezatlığın beni benden alması.. O kadınların hepsi mi siyah tayt giyer hepsi mi altına ultra uzun ten rengi ayakkabıyı çeker ?
Pek tabii her kadın kendini güzel hissetmek ister, günümüz normlarında zayıf olmak ister ,bu konuda hemen topuklu ayakkabılar yardıma kosar,lakin boyanmakla makyaj yapmak arasında nasıl bir fark varsa topuklu ayakkabı mevzusunda da aynı kuralın geçerli olduğunu düşünmekteyim..
Beni daha fazla rahatsız eden nokta ise ; bizim plazada nasıl bazı kıyafet kuralları varsa burada da patronlar tarafından Osmanbey'den bir toptancıdan alındığına kanaat getirdiğim o ayakkabı kuralı uygulanıyor olması.
Simdi biz o kadınları öyle görünce gaza mı geleceğiz acaba ? Daha mı kuvvetli şınav cekeceğim ? Beylerde öyle kadınlarla beraber olmanın hayalini kurarak baklava kası yapmaya devam mı edecek ıkına ıkına ?

Olmadı spor merkezi sana bu zihniyeti yakıştıramadım.

31 Mart 2013 Pazar

sonlanması istenmeyen hikaye "interail"

Hayatımda her şey de olduğu gibi yazı konusunda da sürdürebilirliğim yok. Oysa bitmesi gereken bir interrail macerası var aradan gecen 5 sene sonra bile gülerek anımsadığım. Isın aslı ise hikayeyi bitirmek istediğimden değil, benim bile unutuğum bloğumu yeni keşfeden bir hayırseverle yapılan muhabbet sonucu bu gün kendimi gene burada bulmam, ne kadar paslanmışım bir bakmaya çalışmam. Şimdi bakalım aklımızda neler kalmış.. Venedik tren yolcuğumuzu hala hatırlıyorum, tren tıka basa dolu. 6 kişilik kopartımanımızda 2 koreli, 2 +1 nereli olduklarını sonradan öğreneceğım bir aile ve Yelina ile ben varım.Herkes karşılıklı oturuyor. Ailenın küçük kızı pek huysuz, bende azıcık huysuzum ki Yelina'ya bir şeyler diyorum. Az zaman geçiyor, kadın bize dönüp türk müsünüz diyor benim surat mora dönüşüyor. Sonra öğreniyoruz aslen ermeniymiş ailesi türkıyelıymış. O andan sonra aramızda sıcak bir ilişki başlıyor ama asıl sıcaklık sabah uyandığımda korelının bacağını üstümde bulmuş olmam. Venedık'de Luca ve Federıca ile buluşuyoruz.Luca bizi saatlerce yürütüyor.Venedik kanalları arasında, sonra bir bara gidip bir şeyler içiyoruz.Allahım ne acı bir şey bu diye Yelına'yla göz göze geliyoruz.Ben çaktırmadan bir kaç peçeteyi bardağa daldırıyorum, ki türk kafası peçete içkiyi emecek, içki gitmiş olacak. Yelına gülmemek için karşımda zor duruyor.. Ah şimdi olsa o negroni nasıl hüpletirim oysa Oradan trenle Avusturya Vıyana'ya geçiyoruz, aman nasıl bir tren, o görevli de nasıl sert bakışlı. Bilare kayboluyoruz Yelinayla, hemen ilk iş bir kebabçıya sormak oluyor -"merhaba" -"a Türk müsünüz ?" ...En çok koyan ise suya 2,5 Euro vermem oluyor. Ah nerede Roma'nın beleş çeşmeleri. Gerçi kapanış entresan olmakla birlikte güzel bitiyor. Evinde kaldığımız arkadaşın banyosunun kapısı yok, bir perde asmışlar, haliyle hayatımın en eziyetli duşunu alıyorum.Orada yediğim ekmekler ve genel erkek yakışıklılığı ise 10 numara. Sabah Prag'a yola çıkmak için uyandığımda ise gözlerim pencerede iç çamaşırıyla oturup sigara içen bir yakışıklı Viyanalıya takılıyor , rüya görüyorum sanarken öğreniyorum ki bizimkinin abisi. Dün niye tanışmadık ki ? Sonraki yolculuğumuz Prag. Prag'a ikimizde asık oluyoruz. Prag'da ki bira kültürü beni müthiş etkiliyor. Fiyatlar da Vıyana'dan sonra çok iyi geliyor.Aylardır acmışım gibi, yemek yiyiyorum. Prag öyle romantik bir şehir ki aklıma not ediyorum ; bir dahakine buraya sevgiliyle geline.. Berlin'e geçiyoruz ,ben Yelına'ya veda edip Istanbul uçağına atlıyorum, aklımda ise kaleme alınmasını bekleyen bir sürü hikaye..