28 Ağustos 2009 Cuma

5-Roma'da uykusuz her gece

Allahım neydi öyle ?? Roma termini, yani roma istasyonu sanki bir havaalanı gibiydi hele gündüzleyin tam bir kaos.Ama ertesi güne gecmeden gecenin 11'nde çaresizce Roma sokaklarında internet cafe arayışımızdan ve sonrasında başımıza gelenlerden bahsetmem gerek.Edo'nun arabasına binip internet cafe aramanın peşine düştük bunda ne vardi ki saat daha 11 di gece yarısını bile geçmemişti Roma gibi büyük bir şehirde açık internet cafe olmayacaktı da ne olacaktı.İnternet cafeyi bulduk mu da kalıcak yer bulurduk zaten.
:)Roma'daydık saat daha 11'di.Aa bak bu kesin açık diye her koştuğumuz internet cafe ya kapalıydı ya da kapanmak üzereydi.Sonuç mu elde var sıfır !!
Roma'daydık saat 11'ı geçiyordu internet cafeler kapanmıştı çaresizce elimdeki ipodla bedava internet noktası arıyordum(malumunuz Atina'da bazı parklarda ayni bizim istiklala caddesi gibi bedava internet noktaları vardı burda neden olmasındı ? )tam sevinip heeyy durun buldum galiba derken sinsice otellerin kapısana yaklaşıyordum ama nafile karşıma hep bir şifre çıkıyordu :(
Roma'daydık saat 24:00'ydı internet bulmaktan ümidimizi kesmiştik ,yorgunduk,kalıcak yerimiz yoktu..
Ne yapacağız ne yapacağız diye kara kara düşünürken ,bir yandan Roma'yı arabayla turistik gezi misali dolanıyor ve halimize gülüp duruyorduk :))kahkahaları basıyorduk desek yeridir aslında.Yani roma'da gece araba turu yapmadım diyemem artık !
Traji komik halimize gülmeye devam edelim etrafta tek bir açık dükkan, bir ışık ,sokakta yürüyen bir insan göremiyor ah ah nerde benim istanbulum demekten kendimi de alıkoyamıyordum.İlk başta tamamen geyik sonrasında son çare olarak gözüken açık bir bara gitme ve kapanana kadar orda oturma fikrini yürürlüğe sokmaya karar verdik.
Edo'nun tavsiyesiyle bir bara gittik(zaten topu topu saat 4'e kadar açık iki bar biliyordu ve ikiside yanyanaydı)
Yelina'la yine başbaşa kalmıştık yalnız bu sefer koşullar biraz farklıydı :)Tabii ki ingilizce bimeyen garsonumuza, 2 tane heineken söyledik.
Uykusuz ,yorgun,çaresizdim üstüne bir de zoraki bira içiyordum(duk)sırf 2 birayla bütün gece oturamayacağımızdan bari bir şeyler de yiyelim dedik.İyi ki demişiz hayatımda yediğim en güzel bruschetta 'yı orda yedim.Tabii hem cebimizi hem zamanı iyi kullanmaya calistigimizdan yemek olarak ana yemek yerine sadece bir tane bruschetta söyleyebildik bu duruma garsonun kendisi bile şaşırmış olmalı :)benimse aklımda güzel makarnalar kaldı.

Ah bir de şu kafamı masaya koyup biraz kestirebilseydim..

Neyse işte böyle.. değip yazıya devam etmeyeşim var olayıda bu şekilde bağlayasım.Gelin görün ki asıl bundan sonrasını anlatmak cesaret istiyor.Yelina ile sıkıntıdan patlıyorduk.Her yer de yelinanın kıbarca gülümsemesine cat kapı sohbete alışan bizler soz konusu gecenin 3'unde roma'da bir barda olunca kesinlikle yaramıyordu.Pardon biz italya da değil miydik ? :)Bari şu aşçıyla biraz sohbet etseydim (evet evet hem yemekleri hem kendisini beğendiğim doğrudur)
Kalkmak için hesabı istedik ki..
Birden masamıza biralar geldi sonra kendimizi başka bir masada bulduk.
Taniştirayım Alex (aşçı olan hihi),christo,ivan ..Hayatımda tanıdığım en kibar,en yardım sever latinolu italyanlar kendileri...
O andan sonra zaman nasıl geçti de sabah 6 oldu bilmiyorum.
Yalan yok çok içtik.Bir kaç italyan birası hımm ve de çok güzel bir grappa da buna dahil.HA unutmadan içkiler müesseden

22 Ağustos 2009 Cumartesi

4-Her yol Roma'ya çıkarmış

Hani belki zamanla unuturum bu küçük maceramda geçen ince ayrıntıları ama Roma'yı aslaaa :)
Aslında her şey ilk başta gayet güzel başlamıştı.Sonunda italyadaydık.Ancona'dan Roma'ya giden trenimize binmiş biletci amcanın boungiorna değip biletlerimize bile doğru düzgün bakmadan geçmesine pek bir sevinmiştik.Kızımm burası Italya herkes çok rahat ne güzel :))Nerden bilebilirdik ki o rahatlığın başımıza neler açacağını...
Vagonumuzda -daha sonra istesekde istemesek de tanişacağımız-bizimle beraber bir danimarkalı çift ve perugia'da inecek 3 arnavut çocukla beraber yolculuk ediyorduk.

Tamam tamam söylüyorum ne olduğunu tam keyiflenmiş tatlı tatlı italya yollarını seyredururken trenimizin ani duruşuyla şaşırdık.Hele hele bu duruş 3 saat sürünce.İn cin top oynayan Fabiona adlı bir kasabadaydık.İstasyonu terk edemiyorduk çünkü kimse trenin ne zaman çalışıcağını bilmiyordu.Tek bildiğimiz tren raylarının bozulduğuydu dolasıyle istasyondan geçen her tren de bizim gibi raylara takılıyor ve çalışmıyordu.Ama buna rağmen trenler gelmeye devam ediyordu -anlaşıldığı üzere italyan rahatlığı devam edip diğer trenlere haber verme gereği duyulmuyordu-Bense bu arada danimarkalıları istanbula davet edip ,ingilizce bilmeyen arnavut çocuklarla -yine tek iletişim aracı olan- dillerimizde ortak kullandığımız kelimelerden bahsediyorduk.
Öte yandan 3 saate yakın bir süredir buradaydık. Roma'da hostel reservasyonumuz yoktu.İtalyan rahatlığı bize de mi gecmisti ne ?İnterraildi bu her şey her an olabilirdi buna hazırlıklıydık ama zaman geçtikçe kafamızda ki soru işaretleri daha da büyüyüp ne yapabiliriz diye düşünüyor öte yandan amannn anın tadını çıkaralım yahuuu diyorduk.

O sırada gözlerim Yelina'yı aradı bir de baktım ki her zamanki gibi Yelina iletişim becerilerini kullanmış (ah ah bu kızı işte bu yüzden çok seviyorum)2 italyanla sohbet ediyor.
ne iş yaptığını hatırlayamadığım eduardo (kısaca edo diyoruz) ve fabionolu dans hocası ismini unuttugum seker insan, hele hele istasyonun ortasında gider ayak Yelina'yla bir dans edişi var tam seğirlikti.Herhalde tren beklerken yaptığım en bol kahkalı sohbetti bu :)) Eduardo durumumuza acımış olucak ki bize roma'ya varınca arabasıyla açık internet cafe ve hostel bulmamız konusunda yardımcı olabiliceğini söyledi.Bizde anında atladık tabii bu teklife ( acil durum bu, arabasına binsek mi binmesek mi diye türk usulü paranoyalar düşünecek bir lüksümüz yoktu bu sefer )
Dans hocasına veda edip Eduorda'nın vagonuna yerleştik.Bu arada uzunca bir vakit gecmiş uykusuzluk,yorgunluk ve sinirsel endişe kat sayımızda da bir parça artış gözükmekteydi.Bunun etkileri Roma yolculuğu boyunca durduk yere kahkahalar atmamızla kendisini gösterdi.Hele hele daha önce bahsettiğim gibi yelina türkçe konuştuğunu sanıp elin adamına "gelme gelme buraya başka yere otur "deyişi ile kahkahalarımız iyicene alevlendi.Öte yandan Eduardo'nun bizi deli sanmaması gerekiyordu.Ne olur olmaz ya sonra arabasına almazsa ??? :)Kırk yılda bir ingilizce bilen bir italyana rastlamışız öyle demeyin büyük nimet !!

13 Ağustos 2009 Perşembe

3-Feribotda 22 saat

Patra'ya vardığımızda feribotumuzun kalkmasına uzun saatler olmasına rağmen bilet işlemlerimiz tahminimizden uzun sürünce turist bilgilendirme bürosunun nimetlerinden yararlanmaya karar verip ,bisiklet kiraladık.Daha doğrusu turist bilgilendirme ofisindeki "hey girls where are you from lets comminicate" diyen görevlinin bahsettiği üzere bedava bisiklet kiralanabiliceğini öğrendik.Tabii bisikletleri görüp neden bedava olduğunu anlamak pek zor olmadı.Ama yok biz bisiklete binecektik bir kere.
Asıl soru şuydu nerde binecektik ?Herhangi bir bisiklet yolu yoktu ,ışıklar yoktu ,düz yollar yoktu ve en önemlisi bendenizin bisikletinin frenleri yoktuuu (yokmuş)
Sonunda araba geldi geliyor bak şimdi eziliyorum adrenalini yaşamayı eksik etmeden turumuzu bitirmiş Yelina'nın poposu benim fren yapmaktan bacaklarım hafif ağrır şekilde bisikletleri iade edip,feribotumuza doğru yola koyulduk.Aaa tabii arada bir market alışverişi yapmayı unutmadık dile kolay tam 22 saatlik bir feribot yolculuğu bizi bekliyordu.
Bendeniz bizim yemeklerimize hasret kalmış olsam gerek,akşam yemeğimi marketten aldığım cacık ve yunan usulü konserve zeytinyağlı yaprak sarmasıyla açtım.Yelina mı ? tabiii ki yoğurt ve yulaf :)
Feribotumuz gayet güzel lüks bir feribottu.Biz interrail bileti ile girdiğimizden en üst katta ,yani açık alanda mülteci üsülü seyehat edecektik.1-2 saat sakin sakin yolculuk edip feribotumuzu keşfederken (buna yüzmeyi planladığımız havuzun çocuk havuzu boyutlarında olduğunu keşfetmek de dahil) Yelina'nın ınternet odasına gideceği tuttu.
İşte o andan itibaren bizim feribot yolculuğumuzun sakin gidişatı da değişmeye başladı.
Yelina'nın yanında bir adam mı vardı bana mı öyle geliyordu ?Bir adama bir yelinaya'ya baktım.
Taniştırayim ,Pietro italyan ordusundan..
Meğersem Yelina internet odasına girince medeni bir şekilde ortaya merhaba deyip gülümsemiş.Pietro'da yalnız yolculuk ediyorum çok sıkıldım sana katılabilir miyim değince bizimki de hayır diyememiş.
Pietro'nun garip tavırlarını,ingilizcesinin cok az olmasına yorsakda yoksa bu gay mi diye düşünmedik de değil.Pietro'nun bize ısmarladığı çayları içe duralım(evet beleş hayatımızın başlangıcı da burda başladı) daha önce feribotta Pietro ile tanışmış, -2.misafirimiz olacak olan- isviçreli öğretmen Ursula ile de tanıştık.Uzun bir sohbetin ardından yatma vakti gelmiş herkes odasına, biz beyaz plastikten oluşan sıramıza çekilmiştik.Bendenizin yanında taşımaya üşenmekten ne bir uyku tulumu ne bir battaniyenin var olduğunu düşünürsek nasıl rahatsız uyuduğumu daha doğrusu uyumaya çalıştığımı siz düşünün.Üstüne birde az ötemize şişme yataklarını kuran ve yarı çıplak yatan hollandalı kardeşlerin çıkardığı sesleri,bebek ağlamalarını,telefonda devamlı konuşan yunan adamı ve kapılarının açılıp kapanma seslerini eklersek Floransa-Viyana treni haricinde ki en zor gecelerden biriydi benim için.
Ertesi gün Yelina ile yalnız kalamama durumumuz devam etmekde idi.Önce uykumdan yine bir adam sesiyle uyandım.Sabah sersemi olayı tam kavrayamamakla birlikte birileri kahve içmeye mi davet ediyordu ne ??
Tanıştırayim susmayan Christo kendileri arnavut ,yunanistan da yaşıyor ,italyanlara zeytinyağ satıyor.
Bu seferde Christo'nun ısmarladığı çaylari yudumlar(itiraf ediyorum en çok bu çay içme kısmını sevinmiştim çünkü bir interrailci için feribotta çay içebilmek gerçekten lükstü) bir yandan da sohbet ederken Pietro göründü.Haliyle bizde onu masaya davet ettik.Meğer bizim Christo italyanca da biliyormuş.Pietro ve Christo italyanca konuşup kanka olmaya dursun bizde fırsatdan istifade aramızda ne yapsak da artık masadan kalksak biraz başbaşa kalsak ,havuza girsek ,uzanıp kitap okusak diye konuşuyorduk.Şahsen pek kolay olmadı hele hele Christo'nun zoraki ısmarladığı meyve sularını da(merak etmeyin paketli ağzı kapalıydı:) temkinli olmayı elden bırakmadık hiç) içmek zorunda kalınca.
En sonunda biz havuza giriceğiz deyip ayaklandık ama onlarda bizle masadan kalkıp havuz kenarındaki masaya geçtiler ,planlar suya düştü.Baktık bu böyle olmayacak boşverdik artık kibarlığı giyidik bikineleri, havuz başında takıldık sonra kayısı badem ve ekmekden oluşan yemeğimizi yedik.Duşumuzu alıp yalnız başımıza sıralarımıza uzanıp kitapları elimize almıştık ki ,beyler ellerinde yemek tepsileriyle masaya geldiler.Tepside daha önce yediğim gyros ve greek salad diye adlandıraln peynirli çoban salatası vardı.Yelina'yı bilmem ama ben içimden tuh karnımı doyurmadan önce getireydiniz ya şu yemekleri diye düşünmedim değil.:)
Sonrasında Ursula'nın da katılımıyla masamız kalabalıklaşmış, her türlü fıkra modeline uyar duruma gelmiştik.Bir gün bir feribotta iki türk,bir italyan,bir arnavut,bir isviçreli oturuyormuş...

Saatler daralıp biz italya'ya yaklaşırken masamızda hiç bir değişiklik olmuyor susmayan Christo konuşmaya devam ediyor arasıra Ursula'ya takılıyor, Pietro suskunluğunu koruyor bizse bol bol gülüyorduk.Hayaller kurulmuştu ,Pietro Yunanistan'a yerleşip Christo ile italyan lokantası açacak ,Yelina ise telefonlara bakacak herkes zengin olacaktı.
Ama artık kara görünmüş, veda vakti gelmişti dolayisiyle mailler ,telefonlar alınıp verildi. Pietro'nun arabasıyla hepimizi tren istasyonuna bırakma önerisini kabul edip(biraz düşünmedik değil bu teklifi malum temkinli olmak lazım)yola koyulduk.Ben italya'ya ayak basma sevinci içinde şapşal şapşal gözüme çarpan her tabelayı yazıyı yüksek sesle okuyup eğlenirken Yelina paranoyak bir şekilde etrafdaki okları takip edip gerçekten istasyona mı gidiyoruz gitmiyoruz nereye gidiyoruz kontrol ediyordu :))
Merak etmeyin sağ salim tren istasyonuna varmıştık.Eğlenceli feribot ekibimize veda edip başka bir tren yolculuğu için yola koyulduk.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

2-Atina değil Athena Athena :)

Selanik'e varmakla birlikte yaşadığımız, "simdi burada ne yazıyor acaba? Ayy şimdi bu nasıl okunur ki? " gibi endişelerimiz süre gelsin(bilmediğimiz bir dilin üstüne bir de bilmediğimiz bir alfabe ekleyin) herkesin ingilizce bildiğini fark edince hem şaşırdık (bakınız yine türklere benzemiyorlar) hem rahatladık.
Hatta durum o kadar ileri gitti ki Atina'da merkeze gitmek için otobüs beklerken durakta kendimi senegalli bir adamla fransızca konuşurken buldum :)Gerçi konuşmamız gastronomi bilimi üzerine kurulu az buçuk fransızcamla ve dilimize giren bazı arapça sözcüklerden ibaret olsada telefon numaramı istemeyi unutmadı.Vermeyeceğimi söyleyip bir an önce ordan kalkmanın yollarını ararken birden kulağıma hepimizin aşina olduğu arapça dualar ilişti.Allahım fatiha mı okuyordu şimdi bana ??Anlaşılan benim fransızcamdan ümidini kesmiş ,iletişimi sürdürebilmek için dualara kalmıştı.Tamam da.Nerde kalmıştı bu otobüs ?? imdattt.. Ama dur daha yeni başlıyordu her şey
O sırada önümüzde duran kızlar bize arab mısınız diye sordular.Meğer kızlar suriyeliymiş.Birden bizim senagalli ile arapça konuşmaya başladılar.Diğer yanımızda oturan hanımsa bulgarmış.Ve hepside burda yaşıyormış. Ben miyim yunanistan'da, atina'da.. Yok yok sanmıyorum.
Öte yandan yüzümden hafif bir tebessümü de eksik etmiyordum.Buydu işte ülkenden uzak olmak ,başka bir ülkede ,başka bir şehirde ,bir durakta farklı yerlerden kültürlerden gelmiş insanlarla, dualarla bile olsa bir iletişim kurmak ve aynı otobüsü beklemek..
Selanik'den sonra Atina bize gerçekten şehir gibi geldi.Vitrin düzenlemeleriyle, ara sokalarıyla ve kargaşasıyla istanbul,geniş caddeleriyle avrupa olmaya çalışmış, etrafına antik kalıntıları ve yunan kültürünü serpiştirerek Athena olmuştu.

Nedense hem Yelina hem ben bu tarihden itibaren Atina'ya Atina ile Athens arası bir sözcük bulup istem dışı olarak Athena demeye başladık:)Sanırım bunda ev sahibimizle ve dış dünya ile(yani 7/24) ingilizce iletişim kurmak zorunda olmak ve bir noktadan sonra beynin işleyişinin ana dilinle ingilizce arası bir noktada buluşuyor olmasının etkisi var.Aslında bunu Roma'ya saklamalıyım ama buradan söylemeden edemeyeceğim Roma treninde yine bir koltuk sendromu yaşarken Yelina kendini o kadar ingilizceye kaptırmış olacak ki kendisinin türkçe konuştuğunu zannederek ingilizce "gelme gelme sakın buraya oturma" diye adama bağırışını düşündükçe hala gülüyorum.Çok şükür ki yunanlıların ingilizcede gösterdiği performansı italyanlar gösteremediklerinden hiç kimse bir şey anlamamış, bizde durumu fark ettiğimiz anda gülmekten kopmuştuk.

Gelelim hepimizin merak ettiği şu yemek konusuna öncelikle sevgili arkadaşım yelina vejeteryan :))Sabahları taaa istanbul'dan getirdiği yulafıyla besleniyor, öğlenleri yogurt ekmek, akşamları ise yemek yemiyor yani kısaca benım zıttım diyebiliriz.
Bense geldiğimiz akşam yunanalıların aynı bizim döner gibi her yerde karşımıza çıkan meşhur "gyros"larından yedim.Nasıl bişi derseniz bildiğimiz pide ekmeğine domuzdan yapılmış döneri ,soğanı,cacığı,domatesi koyup sarıyorlar eline de bir peçete tutuşturup veriyorlar.Çok acıkmış olmaktan mıdır bilinmez yerken pek bir mutluydum.Dönerin içinde cacığı daha önce Berlin'de yemiş çok beğenmiştim Atina'da tekrar bu lezzeti bulmak hoşuma gitti.

Atina'da bütün akşamımız, sokaklarını arşınlamakla özelikle tavernaların olduğu plaka ve m. bölgelerinin her türlü ara sokağına girmekle geçti.Haliyle menülerine şöyle bir göz gezdirdiğim tavernaların çoğunda gelenekesel yunan yemeği diye lanse edilen menu greek salad ,gyros ve moussakka(patlıcan musakka) idi.
Sabah ki gezimizde ise İstanbul'da vapurda denize karşı bayıla bayıla yediğim simidin akrabasını görmek beni mutlu etmişti.Hemen sabah kahvaltısı niyetine alıp yemeğe başladım.Simitten biraz daha gevrek ve tatlımsıydı tadı da güzeldi :)

Öğlen ise interrail konseptine uygun olarak marketten yemek alışverişi yapıp türklüğümüzden de ödün vermeyerek Atina meydanında ki çimlerin üsütüne yerleştik.Bir yandan yiyip bir yandan gelen geçeni seyrettik.Tabii market alışverişi süresince bulmaca niyetine gıdaların üstündeki resimlere bakıp "sence bu ne olabilir? Ya yogurt niyetine krema alırsak ?"diye az biraz da zaman geçirmedik değil (su niyetine soda aldığımız çok oldu).Bendeniz ise hem sevdiği, hem de oh sonunda yunancada olsa birşeyi anladım diye sevinerek cacık aldım.Evet evet yunan marketlerinde meze niyetine paketlenmiş cacık bulmak mümkün.
Son kez Atina sokaklarında dolaşıp Akropolis'den bir kez daha etkiledik.
Atina'dan ayrıldık Patras'ın yolunu tuttuk.

9 Ağustos 2009 Pazar

İnterrail Günlükleri 1 -Sirkeci'den Selanik'e

Liseden beri olsa gerek hep bir interrail (trenle avrupa yolculuğu) yapma hayalim vardı.Zamanla hayalin içeriği yönü değişse de para-zaman ihtiyacı hiç değişmedi.Aylar yıllar geçti bak bu sene de olmadı derken artık eğitim hayatımın bitimine geldiğimi fark edip, bak Ceylan bu sene yaptın yaptın şu işi yoksa iş güç peşinde azıcık tatille (evet evet unut o uzun aylık okul tatillerini artık sen) hiç yapamayacaksın bir daha dedim ve karşıma çıkan ilk fırsatta kendimi trende buldum. :)

Yelina ve ben ilk şokumuzu kırık dökük (ınterrail ruhunun bir parçası kabul edilen) sürünmeyi göze aldığımız bir trende yolculuk edeceğimizi düşünürken; kendimizi son derece lüks içinde, buzdolabı ,lavabosu bulunan bir trende bularak yaşadık.Ah şimdiden pek bir sevmiştik o tren sesini.
İkinci şokumuzu ise yunan sınırına gelip pasaport kontrolümüzü beklerken yaşadık.Yunanlılar türklere benzer dediklerinden karşımızda hafif göbekli pala bıyıklı bir Yorgo(yunanca bildiğimiz tek erkek ismiydi oydu o sıralar ) bekliyor, bendeniz korkudan sınıra gelmeden bir türlü yatağıma yatamıyordum. Biz Yorgomuzu bekleye duralım karşımızda umduğumuzdan çok farklı bir Yorga bulup pasaportlarımızı verirken hafif bir tutukluk yaşadık (anlayın işte çoook yakışıklı bir Yorgo idi bu) Kendisi pasaportlarımızı verip "thank you" derken (evet evet polis teşekkür ediyor) 32 dişimizin de görünmüş olması pek bir muhtemel.:)
Sonunda huzurla yatağıma yatabilir ve uyuyabilirdim (arada çat kapı misafir olan konuşkan kürt Ali'den bahsetmeden de geçemeyeceğim.Ama aklımda nedense kocaman ayakkabıları kalmış sahi kaç numaraydı acaba 47 ? 48 ? )
Maalesef her gün böyle güzel bir trenle seyahat edemeyeceğim ertesi gün itibariyle belli olmuştu.Sabah Selanik'e varmış Atina trenine yer ayırtmaya çalışıyorduk.Çalışıyorduk çünkü bütün trenler doluydu (önce tren yok dediklerini ısrarlarımız sonucu biletimizle ayakta gitmek kaydiyle trene binebileceğimizi söylediklerini de belirtmem gerek)
Selanik-Atina treni gayet konforlu gözüküyordu üstelik bir sürüde boş yer vardı.Bizle kafa mı buluyordu bunlar ?Bulmuyorlarmış.6 saat süren yolculuğumuz boyunca her durakta yerimizden kalkmak başka koltuklar bulmak zorunda kaldık.Çünkü her istasyonda bazı insanlar iniyor yerine yeni insanlar biniyordu.Artık şansımıza neresi düşerse.Hal böyle olunca insanlar biletini gösteriyor biz mahsun mahsun yerimiz den kalkıyorduk.Uyku ,dinlenmek ? Hele hele bendeniz bayan stres ve panik için ?Her sefer tren durup yeni insanlar geldiğinde ay bak Yelina buraya doğru yürüyor vallahi bak şimdi buraya gelip yerimize oturacak diye panik yaşıyordum.
Atina'ya vardığımızda bizi Yannis karşıladı(couchsurfing'den bulduğumuz Atina'da evinde kalacağımız arkadaş) Atina'ya geçmeden Selanik'de dolaşırken yanımızdan geçen ayyaş yaşlı bir yunan amca bize dönüp almanca "almanca konuşuyor musunuz" dedi hayat bu ya bizde hemen evet dedik kendisi zamanında almanca profösörüymüş ama artık almanca pratik yapamıyormuş.Bizim nereli olduğumuzu sordu türk olduğumuzu söyleyince daha bir sevindi tebessüm etti. Selanik Yunanistan'nin 2. büyük şehri olmasına rağmen oldukça küçük bir şehir.İzmir'in,Bursa'nin yanına bile yaklaşamaz.Ama o küçük şehirde bile otobüsler duraklarda yazan digital saatlere göre hareket ediyor ve de dakik !

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir kırmızı Vespa

Herkesin hayalleri vardır.Bazılarını kendimize saklarız ,bazılarını paylasırız.Bazılarını ifade etmek anlatmak zordur.Özelikle bu hayaller,somut objelerden çok "an"ların içinde koşan hisselere dönüştüğünde..
Anlatmak için bir an susarız, sözcüklere dökemeyince ya da zaten dökülmez ise .Sonra birden onu görürüz,içimiz bir tık eder yarı hayran yarı gıptayla ve de belki arzuyla bakar ve işlevinden öte anlamlar yüklemeye başlarız ona.Bir obje olmaktan çok içinde hayallerimizi barındırdığımız bir simge olmuştur artık bizim için.
İşte Vespa'da benim için öyle bir şey sanırım.En kırmızısından ..
Dişiliğini sergilemekten korkmayan ,olduğu gibi ,cesur ve özgür ah tabii bir de italya ,la dolce vita..
Kendimi hep kırmızı bir vespanın üstünde italya köylerinde dolaşırken hayal etmişimdir.
En büyük hayallerimden biri kırmızı bir vespayla italyan gustosunu o daracık
sokaklarda,köylerinde arşınlamak.
Velhasıl Roma'da kırmızı bir vespa anahtarlık görünce kendime hakim olamadım ve satın aldım hemen :) Anahtarlığımdaki o kırmızı vespa nedense bana güç veriyor devam et ceylan devam et bir gün o vespaya binecek ve gezeceksin diyor..

Roma'dan sonra ki durağım olan Floransa'da da ingiliz gazeteci yazar Matthew Fort tarafından yazılmış "Eating up italy voyages on a vespa " adlı kitabı görünce tabii ki almadan edemedim.
Yazar kırmızı olmasada Italya boyunca vespayla dolaşarak yaptığı gastronomik geziyi anlatıyor
Kitabı halen okumakla beraber italya ,vespa ,yemek ve " la dolce vita" meraklılarına duyurulur.
Not:unutmadan Floransa'nın daracık sokaklarında rasladığım kırmızı vespanın yanında fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedim :)